30 Mart 2015 Pazartesi

Bir Uygulama Örneği

Bir Uygulama Örneği

Kur’an’da “yaratılış” konusunda bir kavram çalışması için ilk nüshalarını 2000 yılında hazırladığımız 6 dosyanın birincisi olan “Göklerin ve Yerin Yaratılışı” dosyası üzerinde Mayıs 2002 ve Haziran 2003 tarihleri arasında Bilim ve Sanat Vakfı’nda yaptığımız bir araştırma ve inceleme gurup çalışması sonunda ortaya çıkmıştır. Bu eserin ortaya çıkmasında çok emeği geçen araştırma grubu üyeleri (alfabe sırasıyla) Y. Ceran, H.A. Demirer, E. Koç, D. Mıstanoğlu’na teşekkür ediyorum. Çalışmalara aradabir katılan Ş. Arslan, F.Z. Ercan, S. Hasanov, B. Kepekçi, ve K. Şahin ve N. Vona’ya da teşekkür ediyorum. Son toplantılara katılan E. Aydın ve R. Bal’a da ayrıca teşekkür ediyorum.

Çalışmaların devam ettiği süre içinde dosyalar ve kitabın yayına hazırlık sırasındaki nüshaları üzerindeki görüş ve değerlendirmeleri için A.H. Kocabaş’a ve çalışmalar süresince maddi ve manevi yardım ve desteğinden dolayı Z. (Kocabaş) Özkul’a da teşekkürü bir borç biliyorum.

Çok dikkatli ve titiz çalışmamıza rağmen eser içinde vaki hatalar ve yanlışlar, kitabın muhtevasına son şeklini veren ve yazarı olarak görünen şahsımıza aittir. Konu üzerinde bilgi sahibi okuyucularımızdan dileğimiz, bu yanlışları bize bildirip daha sonraki baskılarda düzeltilmesine yardımcı olmalarıdır.

Ş. Kocabaş

İstanbul, Eylül 2003

.
.
.
.
.
1.3 Mevcut teorilerin yetersizliği, yeni teorilerin lüzumu

Buraya kadar anlattıklarımız, bu güne kadar geliştirilmiş fizik ve kozmoloji teorilerinin yetersizliğini ortaya koymaktadır. Fizik bilimlerde yeni bir teori geliştirmenin, bir veya daha fazla insanın en az bir ömrünü aldığını göz önüne alırsak, teori geliştirmenin kolay bir iş olmadığını söylemeye gerek kalmaz. Modern fizikçilerin büyük umudu “string” teorilerinin geliştirilmesinde 25 yıldır çok sayıda fizikçi çalışmasına rağmen hala, iki büyük teoriyi (kuantum ve genel relativite teorilerini) birleştirecek bir string teorisi ortaya çıkarılamamıştır.

Şimdiki bilim anlayışı içinde birçok alanda geliştirilen teoriler eski Yunan düşüncesine ve kültürüne dayanan bir lisan içinde geliştirilmektedir. Fiziğin en temel kavramları sayılan “nokta”, “sonsuz bölünebilirlik”, “süreklilik” ve “bölünemeyen parçacık – atomos” kavramları buna örnek olarak gösterilebilir. Sonradan türetilen birçok kavram da bu temel kavramlarla bağlantılı olarak türetilmiştir. Eski Yunan kültürünün kavramlarına sadece fizik teorilerinde değil, psikoloji ve siyaset teorilerinde sıkça raslamak mümkündür[1]. Hiçbir teori, içinde geliştirildiği kültürün lisanından bağımsız olamaz. Teori-lisan ilişkisi bilim felsefesinde çok önemli bir konu olmasına rağmen bu güne kadar nedense gerektiği şekilde araştırılmamıştır, diyebiliriz.[2]
Fizikte yeni teorilerin geliştirilmesi herşeyden önce yeni kavramlara ve belki yeni matematik yapılara ihtiyaç göstermektedir. Fakat, çoğu zaman mevcut teorideki bir kavramı yeni bir kavramla değiştirmek daha kullanışlı bir teori geliştirmek için yeterli değildir. Lisanda bir kavramı değiştirdiğiniz zaman öteki komşu kavramların nasıl değiştiğini de düşünmeniz gerekir. Her bir teorinin belli bir lisan içinde geliştirildiğini ve onun kavramları üzerine kurulduğunu göz önüne alırsak, teori geliştirmek için kullanılan lisanın kavramları yetersiz veya tutarsızsa, o zaman daha baştan işler çok zor olacak demektir. Fizikçilerin pek azı kavramsal yapılar konusunda özel bir ilgi sahibidir. Fakat fizik tarihine baktığımızda, yeni teoriler geliştirmede en önde gelen fizikçilerin (mesela kuantum teorisini geliştren Bohr ve Heisenberg ve genel relativite teorisini geliştiren Einstein’ın), kendilerine kavramsal analiz imkanı sağlayan bir felsefe bilgisine sahip olduklarını görüyoruz[3,4].

-----------
[1] Mesela Freud’un psikanaliz teorisindeki “Elektra kompleksi”, “Eudipus kompleksi” gibi kavramlar eski Yunan efsanelerinden, siyasi teorilerdeki “demokrasi”, “oligarşi”, “anarşi” gibi kavramlar da Plato’nun “Cumhuriyet” kitabından alınma kavramlardır.
[2] Bu konuyla ilgili bazı değerlendirmeler için bakınız: Kocabaş, Ş. (2002). İstanbul: Küre Yayınları, s. 17-28.
[3] Bakınız: Heisenberg, W. (1971). Physics and Philosophy. Northampton: Unwin University Books.
[4] Bakınız: Mehra, J. (1999). Einstein, Physics and Reality. Londra: World Scientific.

1.4 Bilimin geleceği üzerine tahminler

Batı bilim anlayışı içinde özellikle son üç yüzyılda geliştirilmiş olan teoriler eski Yunan düşüncesinin kavramlarına dayanan bir lisan içinde geliştirilmiştir. Bu bilim anlayışı içinde teori geliştirmenin amaçlarını şöyle özetleyebiliriz: i) Belli bir kavram sistemi içinde yapılan deney ve gözlemlerden elde edilen bilgileri düzenli bir yapı, “teori” içinde toplamak, ii) bu yapıyı kullanarak geçmişte meydana gelmiş olayları açıklamak, iii) bu yapıyı kullanarak henüz vuku bulmamış olaylar hakkında öngörülerde bulunmak. Görüldüğü gibi, bu amaçlar arasında “gerçeği anlamaya çalışmak” diye bir amaç bulunmamaktadır. Bu anlayışa göre bir teorinin olaylarla uyumlu olması yeterlidir.[1] Bu günkü Batı bilim anlayışının en önemli eksikliği budur.

Buna karşılık, müslümanların teori geliştirmede temel amaçlarından biri gerçekliği anlamak olmalıdır. Bin yıl önce olduğu gibi, gelecekte de müslümanlar bilimde öncü rolünü üstlenip bu yönde çalışırlarsa, yapacakları bilimsel çalışmalar, bilimin geleceğini değiştirebilecektir. Bu sözlerimiz bu günün şartlarında geleceğe dönük bir hayal gibi görülebilir. Fakat biz bunu bir hayal olarak görmüyoruz, çünkü bindörtyüz yıl önce müslümanlar, o zamanın şartlarına göre iki yüzyıl içinde böyle bir hayali gerçekleştirmişler, Abbasiler döneminde yaptıkları çalışmalarla (deney, gözlem, ölçme metotların geliştirilmesi ve cebirin icadı ile) günümüz bilim metodolojisinin temellerini atmışlardı.[2,3]

Müslümanlar, dünyada yaptıkları diğer işler gibi, teori geliştirmede de gerçeklik, yani hakk ile uyum içinde olmayı amaçlayacaklardır. Bu anlayış, onların bu dünyada ancak belli bir süre yaşayacaklarını ve yaptıklarından hesap sorulacaklarını bilmeleri üzerine kurulmaktadır:

Onlar göklerin ve yerin yönetimi ve Allah’ın bir şeyden yarattıkları üzerinde [bakıp] düşünmediler mi? Ecellerinin yaklaşmış olduğunu da. Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar?” (Araf 7/185)

Bu ayet insanların, bir yandan göklerin ve yerin yönetimi ve Allah’ın yarattığı şeyler üzerinde dikkatle bakıp düşünürken, ecellerinin yaklaşmış olduklarını da hiçbir zaman gözden uzak tutmamalarını hatırlatmakta ve kendilerine Kur’an gönderildikten sonra ona inanmayıp hangi söze inanacaklarını sorgulayarak onları bu konu üzerinde de düşünmeye davet etmektedir. Kur’an’a bilerek inanan insanların lisanı, ona inanmayanların lisanından temelden farklı olacaktır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bu günkü Batı bilim anlayışı büyük ölçüde eski Yunan düşüncesi ve onun kavramlarını ihtiva eden bir lisan üzerine kurulmuştur. Bunu örneklerini hemen bütün bilim alanlarında görmek mümkündür.[4] Kozmolojideki Büyük Patlama teorisi bile Plato’nun Timaeus’undaki temel hükümlere dayandırılmaktadır.[5] Bu bilim anlayışının varlık alemi hakkındaki temel inançlarını şöyle sıralayabiliriz:

1. Varlık alemi (evren) kendi kendine (tesadüfen) oluşmuştur veya güçsüz bir yaratıcı tarafından yaratılmıştır.
2. Evrenin bir yaratıcısı (ilk sebebi) olsa bile bu yaratıcı evrendeki olaylara hiçbir şekilde müdahale etmemektedir.
3. Evrende bir düzenlilik bulunmaktadır, evrendeki olaylar yalnızca bu düzenliliğe bağlı tabii süreçler içinde olmaktadır.
4. İnsanlar bu düzenliliğin kurallarını (yasalarını) keşfedebilir.

Müslümanların bilim anlayışının varlık alemi hakkındaki temel inançlarını ise özet olarak şöyle ifade edebiliriz:

1. Varlık alemi (evren) ve içindeki her şey yüce bir Yaratıcı tarafından yaratılmıştır.
2. Yaratıcı tek’dir, çok üstündür ve bilendir.
3. Yaratıcı, evrene yaratılışın başlangıcında bir düzenlilik vermiştir.[6]
4. Yaratıcı, insanlara bu düzenliliği sistematik olarak araştırabilecek ve anlayabilecek üstün özellikler vermiştir.
5. Tabiat olayları dediğimiz düzenli olaylar bu düzenlilik çerçevesinde meydana gelmektedir.
6. Yaratıcı, evrene yaratılışın başlangıcında kazandırmış olduğu düzenliliğin dışında veya üstünde yeni olayları ve varlıkları dilediği zaman ve mekanda meydana getirir.[7]

--------
[1] Bu konuda daha tafsilatlı bir değerlendirme için bakınız: Kocabaş, Ş. (2002). Fizik ve Gerçeklik (İkinci Baskı). İstanbul: Küre Yayınları, s. 1-3.
[2] Ortaçağ’da Müslümanların modern bilimin metodolojisinin gelişmesindeki rolü hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Huff, T.E. (1993). The rise of early modern science: Islam, China and the West. Cambridge University Press, s. 47-90.
[3] Ortaçağ’da Müslümanların kimyayı nasıl bir deneysel bilim haline getirdiklerinin ayrıntıları için bakınız: Leicester, H.M. (1956). The Historical Background of Chemistry. New York: Dover, s. 62-73.
[4] Yeni örneklerden biri için bakınız: Barrow, J.D. (1995). Theories of Everyting. (In Nature’s Imagination. Ed. by: John Cornwell, s. 45-63). Tanınmış astronomi ve kozmoloji bilgini J.D. Barrow bu kitaptaki makalesinde tabiatta basit olayların incelenmesinin Plato’nun kavramlarına, karmaşık olayların incelenmesinin Aristoteles’in kavramlarına dayandığını bir şema ile açıklamaktadır (s. 51).
[5] Bakınız: Brisson, L. & Meyerstein, F.W. (1995). Inventing the Universe: Plato’s Timaeus, The Big Bang, And the Problem of Scientific Knowledge. NY: State University of New York Press. Yazarlar bu kitapta Big Bang kozmolojisinin, Plato’nun (Eflatun) Timaeus isimli eserindeki kozmolojiyle ilgili hükümlere dayandığını tafsilatlı bir şekilde anlatmaktadırlar.
[6] Bu düzenlilik, Bölüm 4.3’te göreceğimiz gibi, Kur’an’da Rahman suresi 55/7 ayetinde açıkça ifade edilmektedir: “Semayı yükseltti ve mizanı vaz etti.” Bu ayet, Kur’an’da emr kelimesinin geçtiği ayetlerle birlikte incelendiğinde, düzenliliğin “birincil emr” dediğimiz emrlerin, kainatın yaratılışı sırasında yedi semaya yüklenmesi ile gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Kur’an’da “O’nun emri ile” (= bi emrihi) ifadesi içinde geçen ayetlerde bahsedilen fizik ve astronomi olayları “birincil emr” dediğimiz emrlerin etkileşimleri çerçevesindeki düzenliliğin sonucu ortaya çıkan olaylardır. Bu düzenliliğin mahiyeti hakkında ayrıntılı bilgi için, Kur’an’da “emr” kelimesi ile ilgili incelememize bakınız: Kocabaş, Ş. (1997). İslam’da Bilginin Temelleri. İstanbul: İz Yayıncılık,s. 29-113.
[7] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız: Kocabaş, Ş. (1997). İslam’da Bilginin Temelleri. İstanbul: İz Yayıncılık, s. 35-39.

Görüldüğü gibi, bu iki temel inanç sistemi birbirinden önemli bir şekilde farklıdır. Dolayısıyla, bunlar üzerine geliştirilecek bilim anlayışları da farklı olacaktır. Müslüman bir bilim adamı için fizik, kozmoloji, kimya ve biyoloji gibi tabiat bilimlerinin amacı, Yaratıcı tarafından evrene yaratılışla birlikte kazandırılmış olan düzenliliğin incelenmesi ve bunun mümkün olduğu kadar sade fakat kapsayıcı bir modelinin geliştirilmesidir. Bu iş için izlenecek yol, içinde deney, gözlem, ölçme ve hesaplama tekniklerinin kullanıldığı teorik bir araştırmadır.

Teorik araştırmada müslüman bir bilim adamı ile gayrimüslim bir bilim adamı arasında ne fark olabilir? Fark şudur ki, müslüman bilim adamı, kainata Yaratıcı tarafından kazandırılmış olan düzenliliği en eksiksiz bir şekilde anlamaya çalışırken, Yaratıcı’nın, tabiat olaylarına dilediği zaman ve mekanda müdahale edebileceğini hiçbir zaman unutmaz. Düzenlilik dışı bu tür ilahi müdahalelerin herhangi bir teoriyle açıklanamayacağını bilir[1]. Bu tür müdahaleleri, teorisini eğip bükerek açıklamaya, yani zorla teorisine uydurmaya çalışmaz, daima gerçeği anlamaya çalışır. Müslüman bir bilim adamı ayrıca, ne kadar mükemmel görünürse görünsün, teorisini hiçbir zaman gerçekliğin resmi veya modeli olarak görmez. Teorisini, bilgiyi sistemleştirme, açıklama ve öngörü yapabilme gibi diğer amaçları yanında gerçekliği anlamaya yarayacak bir lisan aracı olarak görür.

Burada altı çizilmesi gereken önemli husus şudur: Müslüman bir bilim adamı, ancak ve ancak semavata (göklere) yaratılışla birlikte yüklenmiş olan emrler çerçevesinde ortaya çıkan düzenlilik sonucu meydana gelen olayların teorik bir çalışma içinde incelenebileceğini ve mutlaka da incelenmesi gerektiğini bilir. Bu düzenliliğin dışında meydana gelen olaylar ise teorik metotlarla incelenemez ve anlaşılamaz. İşte bu yüzden, bahsettiğimiz düzenliliğin sınırları çok iyi araştırılmalıdır. Bu da ancak mükemmel bir fizik ve kozmoloji bilgisini gerektirir. (Günümüz fizik ve kozmolojisinin bu mükemmellikten çok uzak olduğunu belirtelim.)

Düzenlilik dışı ilahi müdahalelere potansiyel örnek olarak evrim teorisi içinde açıklanmaya çalışılan fakat yıllardır açıklanamayan, canlı hücrenin ve çok hücreli canlıların ortaya çıkması, canlı türlerinin ayrılması, türler arası üremenin engellenmiş olması gibi bazı olayları düşünebiliriz. Bu güne kadar evrim teorisinde yapılan hiçbir revizyon bahsettiğimiz olayları genel kabul görmüş bilim metotları (teorik tutarlılık, deney, gözlem ve ölçme) içinde açıklamaya imkan vermemiştir. Bu tür olaylarda ilahi müdahale olmuş olsa ve bunları bir teori içinde açıklamaya kalksak, teorimiz mutlaka yetersiz kalacak veya tutarsız hale gelecektir. Bu durumda teoriyi, gerçekte öyle olmadığı halde sanki olayları açıklıyormuş gibi göstermeye çalışmak bilim adamı için doğru bir davranış olmaz. Bilim adamı gerçeğe olan bağlılığını kaybettiği zaman ilim adamı olmaktan çıkar ve insanları olayları açıklamada yetersiz veya tutarsız teorisine inandırmaya çalışan bir sihirbaz konumuna düşecektir.

Yeni teorilerin geliştirilmesi için yeni ve tutarlı bir kavram sistemi gereklidir. Bu da yeni ve daha güvenilir bir lisan demektir. Yukarıda tekrar tekrar ifade ettiğimiz gibi şimdiki bilim anlayışı ve bu anlayış içinde geliştirilen teoriler eski Yunan düşünce geleneğine dayanan bir lisan içinde geliştirilmiştir [2]. Bu lisan, gerçekliği anlamada yetersiz kalmaktadır, çünkü sonuçta bilgisi sınırlı bir dizi eski Yunan felsefecisinin geliştirdiği kavramlar üzerine kurulmuştur. Bu kavramların tabiatta meydana gelen olaylarla ne kadar tutarlı olduğu konusunda bu güne kadar ciddi bir değerlendirme ne yazık ki yapılmamıştır. Fakat böyle bir değerlendirmenin yapılabilmesi için ortada, kelimeleri birbiriyle sağlam bir şekilde bağlantılı alternatif bir kavram sistemi, bir lisan bulunması gerekiyor.

Kur’an’da İbrahim suresindeki şu üç ayet bu çerçevede okunduğunda böyle bir lisanın kavramlarının nasıl olması gerektiğini çarpıcı bir örnekle anlatmaktadır:

“Görmedin mi, Allah nasıl bir benzetme yapmıştır: Güzel bir kelime (= kelimetün tayyibe) güzel bir ağaç gibidir; kökü yerde sabit dalları semada.”
“Rabbinin izniyle her zaman meyvasını verir; Allah, hatırlayıp ibret almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.”
Kötü bir kelimenin (= kelimetün habise) durumu ise kötü bir ağaca benzer; kökü yerin üstünden koparılmış, kararsızdır.” (İbrahim 14/24-26)

İşte böyle bir lisan ancak, herşeyi bilen bir Yaratıcı’nın öğrettiği ilahi bir kitabın lisanı olabilir.


-----
[1] Bu tür ilahi müdahalelerin hangi durumlarda ve şartlarda olduğunu ancak bu konuda Kur’an’da verilen bilgilerden anlamak mümkündür. Bunun için Kur’an’da özellikle izn, sunne, ve mizan kelimelerinin geçtiği ayetlerin dikkatle incelenmesi gerekir. Kur’an’da izn kelimesinin geçtiği ayetler üzerine yaptığımız inceleme için bakınız: Kocabaş, Ş. (1997). ). İslam’da Bilginin Temelleri. İstanbul: İz Yayıncılık, s. 85-99.
[2] Bu yüzden de en gelişmiş iki fizik teorisi (genel relativite ve kuantum teorisi) elli yıldan fazla süren bütün çalışmalara rağmen birleştirilememiş olduğu gibi, kendi içlerinde de çelişkiler taşımaktadırlar. Bu konuda ayrıntılı bilgi ve kaynaklar için bakınız: Kocabaş, Ş. (2002). Fizik ve Gerçeklik. Istanbul: Küre Yayınları.







2. Çalışma Metodu

Kur’an’da belli bir konu üzerinde yapılacak bir kavram çalışmasının çok dikkatli ve sistemli bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Yaptığımız çalışmanın daha doğru bir şekilde değerlendirilebilmesi için tatbik ettiğimiz metodu açıklamamız gerekiyor. İşte bu bölümde, çalışmamızda uyguladığımız inceleme metodunu çeşitli yönleri ve safhaları içinde anlatıyoruz.
2.1 Seçilen Konuyla İlgili Ayetlerin Bulunması

Kur’an’da seçilen bir konuyla ilgili ayetler Mu’cem veya Kur’an sözlükleri kullanılarak çıkartılabilir. Fakat kelime esaslı arama çoğu zaman yetersiz kalacaktır, çünkü konuyla sadece doğrudan değil, dolaylı şekilde ilgili ayetlerin de bulunması gerekir. Bu yüzden, konu gerektirdiği takdirde Kur’an’ın baştan sona taranmalıdır. Biz yaratılış konusunda yaptığımız çalışmada Kur’an’ı baştan sonra taradık.

2.2 Bulunan Ayetlerin Dosyalar Halinde Sınıflandırılması

Yukarıda anlattığımız şekilde çıkarılan ayetlerin ilk listesi hazırlandıktan sonra bunlar konulara göre bir ilk sınıflandırmaya tabi tutulur. Bu şekilde bir sınıflandırmayla hazırlanan konu dosyaları konu başlıklarına göre işaretlenir. Bu sınıflandırmanın mutlak olmadığının bilinmesi ve bunun açıkça ifade edilmesi gerekir.

2.3 Dosyaların İncelenmesi

Yukarıdaki gibi hazırlanan dosyalardan her biri üzerinde çalışılırken, ayetlerde geçen anahtar kelimeler işaretlenir. Her kelimenin geçtiği ayetlerden anlam çerçeveleri tesbit edilir. Kelimelerin tesbit edilen anlam çerçeveleri, tefsirlerde bunlara verilen anlamlarla karşılaştırılır. Gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra kelimeler arası ilişkilerin kavram grafikleri çıkarılır. Bu kavram grafikleri, kelimeler arasındaki kavramsal bağları görüp hatırlamada faydalıdır.

Tesbit edilen anlam çerçeveleri ve kavram grafikleri yardımıyla dosya konusunun genel bir özeti çıkarılır. Özet üzerinde karşılaştırma ve tartışma yoluyla dosya konusunun ayrıntılarının ortaya konulmasına çalışılır. Sonra aynı şekilde hazırlanmış olan öteki konu dosyalarıyla birleştirme işlemi yapılır. Daha sonra da dosya kopyaları gurup çalışması için eleştiri ve değerlendirmelere ve açılır.

2.4 Yayına hazırlama ve yayın

Hazırlanmış olan dosyalardaki ayetler, gurup çalışması içinde tek tek incelenir. Bu inceleme sırasında ayetin Kur’an’da geçtiği surelerde hangi kelimelerle ve hangi olaylarla bağlantılı olarak geçtiği incelenir ve buna göre dosyada gerekli ilave ve düzeltmeler yapılır. Sonra bütün dosyalar tekrar baştan sona gözden geçirilir ve dosyalar bir kitap şeklinde düzenlenir. Sonra kitabın ilk nüshaları üzerinde son düzeltmeler yapılır. Gerektiği takdirde ilk nüshalar, konuyla ilgili bilgi sahibi kişilere gönderilir, onlardan gelen yorum ve değerlendirmelere göre son düzeltmeler yapılarak yayına hazır hale getirilmiş olur.
3.3 Kur’an üzerine inceleme nasıl yapılır?

Bu kısımda incelediğimiz ayetlerin ışığında Kur’an üzerine araştırmanın nasıl yapılabileceğini şöyle özetleyebiliriz:

- Önceki kısımda gördüğümüz ayetlerde (Kaf 50/1, Büruc 85/21, Vakıa 56/77, Fussilet 41/41, Zuhruf 43/4, Hicr 15/87, Sad 38/67) Allah (c.c.), Kur’an’da kendisini tanıtmak için kullandığı mecid, keriym, aziz, ‘aliyyün hakim, aziym sıfatlarını Kur’an için de kullanmaktadır. Bu sıfatlar bize Kur’an’ın ne kadar önemli, güçlü ve değerli bir kitap olduğunu hatırlatmaktadır. Kur’an’ı incelerken onun her ayeti, her kelimesi, hatta her harfi üzerinde dikkatle durmamız gerekiyor.

- Kur’an insanlar tarafından mutlaka incelenmesi gereken bir kitaptır (Mü’minun 23/68, Sad 38/29, Nisa 4/82, Muhammed 47/24). Kur’an, tek kişi olarak incelenebileceği gibi (Mü’minun 23/68, Sad 38/29), aynı zamanda bir araştırma grubu içinde karşılıklı olarak incelenmesi gereken bir kitaptır (Nisa 4/82, Muhammed 47/24).

- Kur’an, her devirde insanların sahip olabileceğinden daha fazla bilgi ihtiva etmektedir, çünkü o, göklerde ve yerdeki sırları bilen Allah (c.c.) tarafından indirilmiştir (Furkan 25/6). Kur’an’ı incelerken bu hususun da göz önünde tutulması gerekir.

- Kur’an arapça okunan bir kitaptır (Yusuf 12/2, Ta-Ha 20/113, Zümer 39/28, Fussilet 41/3, Şura 42/7, Zuhruf 43/3); dolayısıyla, Kur’an’ı incelemek için Arapçanın kelime yapılarını ve gramerini bilmek gerekiyor.

- Kur’an bir şair sözü değildir (Ya-Sin 36/69, Haakka 69/41); onu incelerken bu hususun göz önüne alınması gerekiyor. Şiirde, musikiyi korumak gayesiyle aynı mana için farklı kelimeler kullanılır. Kur’an’da ise her kelime bir veya daha fazla manaya gelebildiği halde, aynı mana için iki farklı tek isim veya fiil kullanılmamıştır. (Dilbilim açısından incelediğimizde Kur’an’da “müteradif” kabul edilen kelimelerin Kitap’taki kullanımları arasında önemli farklar bulunduğu görülmektedir.)

- Kur’an’da bir ayette geçen bir kelimenin hangi anlama geldiği, o kelimenin geçtiği öteki ayetler incelenerek anlaşılabilir. Bu da gene, Kur’an’daki kelimelerin, şiirde olduğu gibi rasgele değil, çok hassas bir şekilde kullanılmış olmasındandır.

- Kur’an’da her çeşit örnek insanlar için tasrif edilmiştir (İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58); buradaki “tasrif etmek” fiili, “çeşitli yönleriyle anlatmak” manasına geliyor. Bu yüzden, Kur’an’da verilen örnekler üzerinde dikkatle durmak, bunlarla ilgili ayetleri bir arada incelemek gerekiyor.

- Kur’an üzerine çalışırken onda anlamadığımız bir konuyla karşılaşmışsak, bu mutlaka bizim bilgimizin yetersizliğindendir. Bu durumda şöyle dua etmemiz gerekir: “Rabbim, benim ilmimi arttır.” (TaHa 20/114)

- Kur’an’da anlatılanların gerçek olduğu ilim sahipleri tarafından bilinebilir (Hac 22/54). Onun için Kur’an’da anlatılan olayları araştırıp incelemek gerekir.

- Kur’an, aynı zamanda karşılıklı hatırlatılması ve öğüt alınması gereken bir kitaptır (Zümer 39/27, Sad 38/29)

- Kur’an, öğüt alınması için kolaylaştırılmıştır (Kamer 54/17, Kamer 54/22, Kamer 54/32, Kamer 54/40). Kur’an’ın bu özelliği, onda anlatılan konuların çeşitli yönleriyle farklı yerlerde tekrar edilerek anlaşılmasını kolaylaştırmasından gelmektedir.

- Kur’an’ın araştırılmasının ve incelenmesinin terkedilmesi, artık ondan öğrenecek birşey kalmadığı sonucuna götürür ki, bu da Kur’anı terketmeye yol açar. Kur’an’da, Peygamber’in (s.a.v.) hesap günü bu durumdaki kavminden (yani kendilerinin müslüman olduğunu iddia edenlerden) şikayetçi olacağı bir ayette (Furkan 25/30) açık bir şekilde ifade edilmektedir.

Kur’an’ın nasıl incelenmesi gerektiğiyle ilgili gördüğümüz ayetler şunlardır:

“Biz onu arapça bir kur’an olarak indirdik ki akledesiniz (= inna enzelnahu kuranen arabiyyen lealleküm ta’kılun).”(Yusuf 12/2)

“Biz sana onu böyle Arapça bir kur’an olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki korunsunlar, yahut o onlara bir hatırlama yaptırsın.” (Ta-Ha 20/113)

“Korunsunlar diye pürüzsüz arapça bir kur’an, olur ki korunurlar (= kur’anen arabiyyen gayra zi ıvecin leallehüm yettekun). (Zümer 39/28)

“Eğer Biz onu yabanci dilde bir kur’an yapsaydık, derlerdi ki: ‘Ayetleri açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı söz mü?’ De ki: O, mü’minler için bir yol gösterici ve şifadır …” (Fussilet 41/44)

“İşte Biz sana böyle arapça bir kur’an vahyettik ki kentlerin anasını [Mekke’yi] ve çevresindekileri uyarasın …” (Şura 42/7)

“Biz, akledesiniz diye onu arapça bir Kur’an yaptık (= inna cealnahu kur’anen arabiyyen le alleküm ta’kılun).” (Zuhruf 43/3)

Yukarıdaki ayetlerde (42/7, 43/3) Kur’an’ın arapça olarak indirilmesi, onun anlaşılmasında arapça gramerinin önemini ortaya koymaktadır. Kur’an üzerine yapılacak incelemelerde bu husus mutlaka göz önüne bulundurulmalıdır.

“O [Kur’an] bir şair sözü değildir; siz ne az inanıyorsunuz (= ve ma huve bi kavli şa’irin kaliylen ma tu’minuun).” (Haakka 69/41)

“Biz ona şiir öğretmedik; ona yakışmaz da; o sadece bir öğüt ve beyan edici (= mübiyn) bir Kur’an’dır.” (Ya-Sin 36/69)

“Andolsun Biz bu Kur’an’da her çeşit misali insanlar için tasrif ettik, ama insanların çoğu inkarda direttiler.” (İsra 17/89)

Bu ayette (17/89) geçen sarrafna (= tasrif etmek) kelimesi, “çeşitli yönleriyle anlatmak” manasına geliyor.

“Biz, bu Kur’an’da insanlar için her misali tasrif ettik (= ve le kad sarrafna); insan ise birçok şeyde cedelcidir (= ve kanel insanu eksere şey’in cedela).” (Kehf 18/54)

“Andolsun Biz bu Kur’an’da insanlara her misali tasrif ettik; ...” (Rum 30/58)

“Gerçek hükümdar olan Allah yücedir (= fe teal-allahu-l melikül hakk); Kur’an sana vahyedilirken, vahiy bitmeden önce acele etme ve ‘Rabbim, benim ilmimi arttır’ de (= ve kul rabbi zid ni ilma).” (Ta-Ha 20/114)

“Ve kendilerine ilm verilmiş olanlar da onun [Kur’an’ın], Rabbinden [gelen] gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar (= ve li ya’lemenn ellezine utul ilme ennehül hakku min rabbike); böylece kalpleri ona saygı duysun; Allah, inananları mutlaka doğru yola iletir (= sıratin mustakim).” (Hac 22/54)

“Onlar o sözü [Kur’an’ı] incelemediler mi? (= efe lem yeddebberul kavle) …” (Mü’minun 23/68)

Sana [bu] mübarek Kitabı indirdik, ayetlerini incelesinler (= li yeddebberu ayatihi) ve sağduyu sahipleri öğüt alsınlar (= ve li yezzekkeru ulil elbab).” (Sad 38/29)

Ulil elbab kelimesinin geçtiği ayetler şunlar: 2/179, 2/197, 2/269, 3/7, 3/190, 5/100, 12/111, 13/19, 14/52, 38/29, 38/43, 39/9, 39/18, 39/21, 40/54, 65/10.

“[Bu] Kur’an’ı karşılıklı incelemiyorlar mı (= efe la yetedebberunel kur’an)? Eğer o, Allah’dan başkası tarafından [indirilmiş] olsaydı, onda çok çelişkiler bulurlardı (= ihtilafen kesiyra).” (Nisa 4/82)

“Kur’an’ı karşılıklı incelemiyorlar mı? (= efela yetedebberunel kur’ane), yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var? (= akfaluha) (Muhammed 47/24)

“Andolsun Biz insanlar için bu Kur’anda her misali vurguladık, karşılıklı hatırlatsınlar diye (= ve lekad darabna linnasi fi hazal kur’ani min külli meselin leallehüm yetezekkerun).” (Zümer 39/27)

“De ki: Onu [Kur’an’ı] göklerdeki ve yerdeki sırları bilen indirdi; O çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (= kul enzelehu ellezi ya’lemu-s sirra fi-s semavati vel ard).” (Furkan 25/6)

“[O gün] Resul de: ‘Ya Rabbi, ulusum bu Kur’anı terkedip gittiler (= ve kale’r rasulu ya rabbi inne kavmi ittehazu haazel kur’ane mehcura).” (Furkan 25/30)

“Andolsun Biz Kur’an’ı öğüt [alacaklar] için kolaylaştırdık, öğüt alan(?) (= müddekir) yok mudur?” (= ve lekad yessernel kur’ane lizzikri fe hel min müddekir).” (Kamer 54/17)

“Andolsun Biz Kur’an’ı öğüt [alacaklar] için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?” (Kamer 54/22)

“Andolsun Biz Kur’an’ı öğüt [alacaklar] için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?” (Kamer 54/32)

“Andolsun Biz Kur’an’ı öğüt [alacaklar] için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?” (Kamer 54/40)

Biz onlara afakda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun [Kur’an’ın] hakk olduğu iyice belli olsun; Rabbinin herşeye şahid olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder