TEMEL İLKELER:
Prof.
Dr. A.Y. Özemre’nin “Kur’an ve Astrofizik: Yaratılış
Teorileri” başlıklı çalışması, Kur’an’da göklerin ve
yerin yaratılışı ve yönetimiyle ilgili ayetlerin, günümüzün
bazı teori veya senaryolarının hipotez veya kabullerine dayanarak
yorumlanamayacağını bütün gerekçeleriyle ve sistematik bir
şekilde ortaya koymaktadır. Konuşmama Prof. Özemre'nin
söylediklerine büyük ölçüde katıldığımı ifade ederek
başlamak istiyorum. Ayrıca kendisine bu önemli çalışmasından
dolayı bir okuyucu olarak teşekkür ediyorum, ve bu çalışmanın
maddi ve manevi olarak desteklenmesini diliyorum.
Kur’an’da “yaratılış” ile ilgili ayetlerinin herhangi bir teori veya senaryonun hipotez veya kabullerine göre yorumlanamayacağı bu çalışmayla iyice anlaşılmış bulunmaktadır. Şimdi burada şu soru karşımıza çıkıyor: Kur’an’la gerçeklik arasında nasıl bir alaka vardır? Daha özel olarak da, Kur’an’la fizik bilimler arasındaki alaka ne olmalıdır?
Bu çalışma, çok önemli bir konuda uzun zamandır, hatta genel çerçevesi itibariyle de birkaç yüzyıldır eksikliği hissedilen, ve konusunda vukuf sahibi olarak ülkemizde yetişmiş olan ilk ve nadir bir ilim adamı, Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre tarafından hazırlanmış çok önemli bir araştırmanın başlangıcını oluşturmaktadır.
Prof. Özemre, konuya başlangıç olarak, temelde fizik olmak üzere Tabiat İlimleri olarak adlandırılan fizik, kimya biyoloji, astronomi gibi bilimlerin birçok açıdan sağlam bilgi sahibi olmadan “İlmi Kur’an Tefsiri” adı altında Kur’an-ı Kerim’i yorumlamaya girişenlerin ciddi kavram kargaşalarına, yanlış anlamalara ve İslam’a aykırı beyanlara yol açtığını görerek bu hataları ortaya çıkarmak amacıyla bu çalışmayı yaptığını ayrıntılarıyla bildirmektedir. Gene başlangıç bölümünde, son iki yüzyılda ortaya çıkmış olan Kur’an tefsirinde modernist akımları ve bunların amaç ve metotlarını oldukça sistematik bir şekilde özetlemektedir.
Kur’an’da “yaratılış” ile ilgili ayetlerinin herhangi bir teori veya senaryonun hipotez veya kabullerine göre yorumlanamayacağı bu çalışmayla iyice anlaşılmış bulunmaktadır. Şimdi burada şu soru karşımıza çıkıyor: Kur’an’la gerçeklik arasında nasıl bir alaka vardır? Daha özel olarak da, Kur’an’la fizik bilimler arasındaki alaka ne olmalıdır?
Bu çalışma, çok önemli bir konuda uzun zamandır, hatta genel çerçevesi itibariyle de birkaç yüzyıldır eksikliği hissedilen, ve konusunda vukuf sahibi olarak ülkemizde yetişmiş olan ilk ve nadir bir ilim adamı, Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre tarafından hazırlanmış çok önemli bir araştırmanın başlangıcını oluşturmaktadır.
Prof. Özemre, konuya başlangıç olarak, temelde fizik olmak üzere Tabiat İlimleri olarak adlandırılan fizik, kimya biyoloji, astronomi gibi bilimlerin birçok açıdan sağlam bilgi sahibi olmadan “İlmi Kur’an Tefsiri” adı altında Kur’an-ı Kerim’i yorumlamaya girişenlerin ciddi kavram kargaşalarına, yanlış anlamalara ve İslam’a aykırı beyanlara yol açtığını görerek bu hataları ortaya çıkarmak amacıyla bu çalışmayı yaptığını ayrıntılarıyla bildirmektedir. Gene başlangıç bölümünde, son iki yüzyılda ortaya çıkmış olan Kur’an tefsirinde modernist akımları ve bunların amaç ve metotlarını oldukça sistematik bir şekilde özetlemektedir.
İkinci
Bölüm’de de ilim kavramına, gözlem, deney ve tefekkür
(sistematik düşünme) kavramları ile alakaları çerçevesinde
açıklık getirilmekte ve bu kavramın genel çerçevesi içinde
pozitif ilim kavramı tarif edilmekte ve bunun sınırları da bir
dizi metodolojik ve felsefi açıdan ayrıntılı bir şekilde ortaya
konmaktadır. Bu bölümde üç sayfa içinde özet fakat daha önce
herhangi bir eserde görmediğim sistematik bir yaklaşım içinde
bilgiler verilmektedir. Makaleyi baştan sona olduğu gibi, bu bölümü
de büyük bir dikkatle, satırların altını çizerek ve bütün
anahtar kelimeleri işaretleyerek okudum. Bu makalede yazılanların
“Kur’an ve Bilim” konusunda çalışma yapmak isteyen herkes
tarafından iyice anlaşılmış ve hazmedilmiş olması gerektiği
kanaatine vardım. Bu bölümde sormak için işaretlediğim iki
husus oldu. Bunlardan biri, 7. sayfadaki tabiat ilimlerini
karakterize eden prensiplerden determinizm ilkesi ile ilgili idi:
Kuantum mekaniğinde bu prensibin her zaman, özellikle fotonlarla
parçacıkların etkileşimlerinde geçerli olmadığı, ve bu tür
etkileşimlerde Heisenberg’in belirsizlik presibinin geçerli
olduğu. Bu hususun, makalenin sınırlı hacmı dolayısıyla ele
alınmadığını düşünüyorum.
Diğeri
ise fiziksel realite kavramı. Bildiğim kadarıyla, batı
düşüncesinde özellikle Kant’tan beri daha da derin bir şekilde,
klasik ve modern fizikte gerçeklik kavramının yerini varlık (=
existence) kavramı almış bulunmaktadır. Dolayısıyla da
özellikle modern fizikçiler “geçeklik” kavramına başvurmaya
ihtiyaç duymadan teorilerini geliştirmişlerdir. Fakat son yıllarda
bilimsel teorilerin gerçeklikle alakasının gerekli görülmeyişinin
eksikliğini hisseden bazı batılı fizikçiler, ki bunlardan biri
Yahudi asıllı İngiliz fizikçisi David Deutsch’tur, bu kavramı
tekrar fizik literatürüne sokmaya çalışmaktadırlar.(*1)
Fakat bunu yaparken teorilerini bu kavram üzerine kurmak yerine,
“teoriye göre” bir gerçeklik tanımı getirmeye
çalışmaktadırlar. (Mesela Deutsch, Kuantum Mekaniği’nin “çoklu
dünyalar” yorumuna dayanan bir gerçeklik kavramı geliştirmeye
çalışmaktadır.)
Makalenin
gene bu bölümündeki tabiat ilimleri ile metafizik arasındaki
ayırım konusunda anlatılanları da çok önemli görüyorum. Gene
bu bölümde tabiat ilimlerinin temelindeki temel kabuller (dogmalar)
da açık ve net bir şekilde ifade edilmiş bulunuyor. Bunlar ortaya
konulduktan sonra hakiki ilim adamları tarafından takip edilen ilim
ahlakının temel prensipleri gene açık bir şekilde formüle
ediliyor. Bu prensipleri tanımayan ve bunların ihlal edilmesine göz
yuman toplumlarda ilmi gelişme açısından ne gibi büyük siyasi
hatalar meydana geldiği tarihteki bazı örnekleriyle birlikte
gözler önüne seriliyor.
Bu bölümde diğer yandan da bilimle dini birbirine karıştırmanın yanlışlıkları sıralanıyor ve batılı bazı bilim adamı ve felsefecilerin, bilim kavramını din kavramının yerine oturtma çabaları da tarihi örneklerle anlatılıyor. Buna karşılık tabiat ilimleri konusunda sistematik bir eğitimi olmayan bazı müslümanların da teorik kavramları dini kavramların yerine ikame etme çabaları ve bunun sonunda ortaya çıkan tiraji-komik durumlar da müşahhas örnekleriyle ortaya konuyor.
Bu bölümüm sonlarında ise daha sonraki bölümde anlatılanlara esas olacak bazı temel kavramlar ayrıntılı bir şekilde tarif ediliyor ve bu tarifler örneklerle açıklanıyor. Bahsedilen kavramlar, tabiat ilimleri çerçevesinde yapılan faaliyetler sırasında ilim adamları arasında öncelikle kendi aralarındaki bilgi alışverişi ve açıklamalar için geliştirilen araçları ifade eden teori, model ve senaryo kavramlarıdır. Burada özellikle model ve senaryo kavramları tafsilatlı bir şekilde ve bilim tarihinden verilen örneklerle açıklanmaktadır. Senaryolar üzerine verilen örneklerde, birçok bilim adamı ve felsefeci tarafından bile yanlış olarak “Evrim Teorisi” ve “Büyük Patlama Teorisi” diye isimlendirilen “teorilere” aslında “senaryolar” denilmesi gerektiği, senaryo kavramına getirilen ayrıntılı tarif ve açıklamalarla ortaya konmakta ve bu alanda sürekli yapılan kavram karışıklığına da böylece son verilmektedir. Bu husus da bilim felsefesi açısından bu çalışmanın getirdiği önemli yeniliklerden biri olmaktadır.
Bu bölümü okurken, “burada teori ve model kavramları arasındaki ilişki de açıklığa kavuşturulsaydı daha iyi olurdu,” diye düşündüm. Ancak, makalenin konusunun senaryolarla daha yakından ilgili olduğunu göz önünde bulundurarak, bu kadar yoğun bir çalışmada bunun ele alınmamış olmasını tabii karşıladım. Fakat ileride yapılacak daha geniş bir çalışmada bu konu üzerinde de durulması yerinde olacaktır kanaatindeyim.
Makalenin Üçüncü bölümünde metod, tefsir ve te’vil kavramları tarif edilmekte ve yapılan tarifler örneklerle de açıklanmaktadır. Dördüncü bölümde ise Kur’an’daki müteşabih ayetler karşısında gene Kur’an’da bu konuyla ilgili Al-i İmran suresinin 7. ayetindeki bir ifade hatırlatılarak ilimde rüsuh sahibi olunmadan bunların te’viline kalkışmanın getireceği hatalar üzerinde durulmaktadır. Bu bölüm, “ilmi tefsir” çatısı altında yapılmak istenecek bütün faaliyetlere ışık tutacak veciz bir cümleyle son buluyor: Tabiat ilimlerinin izafi sonuçlarını Kur’an tefsirlerine karıştırmak isabetli, temkinli ve objektif bir tutum olmadığı gibi, tehlikelidir de.
Beşinci bölümde astronomi, astrofizik, kozmoloji ve kozmogoni bilimlerinin amaç ve ilgi alanlarına göre tarifleri ve sınırları çiziliyor. Bu ilim ve araştırma alanları, teorik veya spekülatif kavram ve açıklamalarının “ilmi tefsir” iddiasındaki çalışmalarda yer alması dolayısıyla bu bölümde ayrıntılı olarak ele alınıyor. Özellikle de kozmoloji ve kozmogoninin dayandığı temel prensipler ve faraziyeler açık ve net ifadelerle ortaya konarak bunların geçerlilik dereceleri tartışılıyor. Kozmoloji, matematiksel ve fiziksel kozmoloji olarak metodoloji açısından iki ayrı araştırma alanı olarak ele alınıyor. Evrenin şimdiki durumu ve geleceği hakkında açıklamalar getirme amacındaki fiziksel kozmoloji ve evrenin yaratılışı konusunda açıklamalar getirmeyi amaçlayan kozmogoninin ilmi bir yapıya değil, daha çok spekülatif bir yapıya sahip oldukları ifade ediliyor. Kur’an’daki bazı ayetleri bunlara dayanarak açıklamanın da bu yüzden isabetli olmayacağı örneklerle anlatılıyor.
Sonuç bölümünde Kur’an-ı Kerim’in esas gayesinin insanlara hidayet (yol gösterici) ve rahmet olması (Nahl suresi 16/64) hatırlatılarak, onun fizik, kimya, biyoloji gibi tabiat bilimlerinin aracılığıyla açıklanmaya çalışılmasının yanlışlığı ortaya konulmaktadır. Gene daha önceki bölümlerde verilen bilgiler çerçevesinde, Kur’an ayetlerinin henüz ilim hüviyeti kazanamamış araştırma alanlarında geliştirilen senaryoların kavramları ile açıklamanın ne kadar yanlış ve temelsiz bir çaba olduğu ifade ediliyor. Hele bunu tabiat ilimlerinde hiçbir vukufu olmayan kişilerin yapmaya kalkmasının saçmalık derecesine varan hatalara yol açtığı bazı müşahhas örnekleriyle ortaya konuyor. Sonuç bölümünün önemli tesbitlerinden biri de fizikçilerin anladığı dar çerçeveli fiziksel realite kavramı ile Cenab-ı Hakk’ın nezdinde olan Nihai Gerçeklik arasındaki farka işaret edilmesidir.
Yazımın başlangıcındaki düşüncelerimi burada da tekrarlamak istiyorum. Bu makale kendi alanında bu kadar vukufla ele alınmış, bir örneği belki de dünyada bulunmayan çok önemli bir çalışmanın ürünüdür. Ümidim odur ki, Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre bu çalışmasını yakında bir kitap haline getirir ve bütün ilim dünyasının istifadesine sunar, ve bu çalışması da hakettiği maddi ve manevi desteği bulur.
Bu bölümde diğer yandan da bilimle dini birbirine karıştırmanın yanlışlıkları sıralanıyor ve batılı bazı bilim adamı ve felsefecilerin, bilim kavramını din kavramının yerine oturtma çabaları da tarihi örneklerle anlatılıyor. Buna karşılık tabiat ilimleri konusunda sistematik bir eğitimi olmayan bazı müslümanların da teorik kavramları dini kavramların yerine ikame etme çabaları ve bunun sonunda ortaya çıkan tiraji-komik durumlar da müşahhas örnekleriyle ortaya konuyor.
Bu bölümüm sonlarında ise daha sonraki bölümde anlatılanlara esas olacak bazı temel kavramlar ayrıntılı bir şekilde tarif ediliyor ve bu tarifler örneklerle açıklanıyor. Bahsedilen kavramlar, tabiat ilimleri çerçevesinde yapılan faaliyetler sırasında ilim adamları arasında öncelikle kendi aralarındaki bilgi alışverişi ve açıklamalar için geliştirilen araçları ifade eden teori, model ve senaryo kavramlarıdır. Burada özellikle model ve senaryo kavramları tafsilatlı bir şekilde ve bilim tarihinden verilen örneklerle açıklanmaktadır. Senaryolar üzerine verilen örneklerde, birçok bilim adamı ve felsefeci tarafından bile yanlış olarak “Evrim Teorisi” ve “Büyük Patlama Teorisi” diye isimlendirilen “teorilere” aslında “senaryolar” denilmesi gerektiği, senaryo kavramına getirilen ayrıntılı tarif ve açıklamalarla ortaya konmakta ve bu alanda sürekli yapılan kavram karışıklığına da böylece son verilmektedir. Bu husus da bilim felsefesi açısından bu çalışmanın getirdiği önemli yeniliklerden biri olmaktadır.
Bu bölümü okurken, “burada teori ve model kavramları arasındaki ilişki de açıklığa kavuşturulsaydı daha iyi olurdu,” diye düşündüm. Ancak, makalenin konusunun senaryolarla daha yakından ilgili olduğunu göz önünde bulundurarak, bu kadar yoğun bir çalışmada bunun ele alınmamış olmasını tabii karşıladım. Fakat ileride yapılacak daha geniş bir çalışmada bu konu üzerinde de durulması yerinde olacaktır kanaatindeyim.
Makalenin Üçüncü bölümünde metod, tefsir ve te’vil kavramları tarif edilmekte ve yapılan tarifler örneklerle de açıklanmaktadır. Dördüncü bölümde ise Kur’an’daki müteşabih ayetler karşısında gene Kur’an’da bu konuyla ilgili Al-i İmran suresinin 7. ayetindeki bir ifade hatırlatılarak ilimde rüsuh sahibi olunmadan bunların te’viline kalkışmanın getireceği hatalar üzerinde durulmaktadır. Bu bölüm, “ilmi tefsir” çatısı altında yapılmak istenecek bütün faaliyetlere ışık tutacak veciz bir cümleyle son buluyor: Tabiat ilimlerinin izafi sonuçlarını Kur’an tefsirlerine karıştırmak isabetli, temkinli ve objektif bir tutum olmadığı gibi, tehlikelidir de.
Beşinci bölümde astronomi, astrofizik, kozmoloji ve kozmogoni bilimlerinin amaç ve ilgi alanlarına göre tarifleri ve sınırları çiziliyor. Bu ilim ve araştırma alanları, teorik veya spekülatif kavram ve açıklamalarının “ilmi tefsir” iddiasındaki çalışmalarda yer alması dolayısıyla bu bölümde ayrıntılı olarak ele alınıyor. Özellikle de kozmoloji ve kozmogoninin dayandığı temel prensipler ve faraziyeler açık ve net ifadelerle ortaya konarak bunların geçerlilik dereceleri tartışılıyor. Kozmoloji, matematiksel ve fiziksel kozmoloji olarak metodoloji açısından iki ayrı araştırma alanı olarak ele alınıyor. Evrenin şimdiki durumu ve geleceği hakkında açıklamalar getirme amacındaki fiziksel kozmoloji ve evrenin yaratılışı konusunda açıklamalar getirmeyi amaçlayan kozmogoninin ilmi bir yapıya değil, daha çok spekülatif bir yapıya sahip oldukları ifade ediliyor. Kur’an’daki bazı ayetleri bunlara dayanarak açıklamanın da bu yüzden isabetli olmayacağı örneklerle anlatılıyor.
Sonuç bölümünde Kur’an-ı Kerim’in esas gayesinin insanlara hidayet (yol gösterici) ve rahmet olması (Nahl suresi 16/64) hatırlatılarak, onun fizik, kimya, biyoloji gibi tabiat bilimlerinin aracılığıyla açıklanmaya çalışılmasının yanlışlığı ortaya konulmaktadır. Gene daha önceki bölümlerde verilen bilgiler çerçevesinde, Kur’an ayetlerinin henüz ilim hüviyeti kazanamamış araştırma alanlarında geliştirilen senaryoların kavramları ile açıklamanın ne kadar yanlış ve temelsiz bir çaba olduğu ifade ediliyor. Hele bunu tabiat ilimlerinde hiçbir vukufu olmayan kişilerin yapmaya kalkmasının saçmalık derecesine varan hatalara yol açtığı bazı müşahhas örnekleriyle ortaya konuyor. Sonuç bölümünün önemli tesbitlerinden biri de fizikçilerin anladığı dar çerçeveli fiziksel realite kavramı ile Cenab-ı Hakk’ın nezdinde olan Nihai Gerçeklik arasındaki farka işaret edilmesidir.
Yazımın başlangıcındaki düşüncelerimi burada da tekrarlamak istiyorum. Bu makale kendi alanında bu kadar vukufla ele alınmış, bir örneği belki de dünyada bulunmayan çok önemli bir çalışmanın ürünüdür. Ümidim odur ki, Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre bu çalışmasını yakında bir kitap haline getirir ve bütün ilim dünyasının istifadesine sunar, ve bu çalışması da hakettiği maddi ve manevi desteği bulur.
(*1)(Bakınız:
Deutsch, D. (1998). “The Fabric of Reality”. )(Penguin Books.)
Ş.Kocabaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder